Fotoğraf Derya Kap (CŞMD Arşiv)

KADINA YÖNELİK ŞİDDET POLİTİKTİR

Biz kadınlar, bir 25 Kasım tarihinde daha, kadına yönelik şiddete karşı kararlı tavrımızı, mücadelemizi anlatmak ve “kadına yönelik şiddet politiktir” demek üzere alanlardayız. Dominik Cumhuriyeti’nde faşist iktidara karşı başkaldıran “Mirabal Kardeşler” 25 Kasım 1960 tarihinde işkenceyle öldürüldü. Birleşmiş Milletler bu tarihi, 1999 yılında “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü” olarak ilan etti. Coğrafyamızda kadına yönelik şiddet tarih boyunca varlığını korudu. Ne yazık ki bir soykırım coğrafyası olan yaşadığımız yerde 1915 ve 1938 soykırımlarında birçok kadın katledildi, birçoğunun mezarına dahi ulaşılamadı.

Kadınlar, yaşamın her alanında şiddete maruz kalıyorlar. Ailede, okulda, evde, sokakta, gözaltında, köy baskınlarında, basın açıklamalarında her yerde şiddet, kadına yönelebiliyor. Çünkü coğrafyamızda erkek egemen, feodal ve militer bir iktidar, her zaman varlığını korudu. Yerleşik hukuk sistemine baktığımızda da kadına yönelik şiddetin gerçek anlamda bir düzenlemeye kavuşması ancak 2005 yılında oldu. Daha önceleri Türk Ceza Kanunu’nda kadına yönelik şiddeti düzenleyen bölümün başlığı “Genel Ahlak ve Aileye Karşı Cürümler”di. Yani kadın Türk Ceza Kanunu’nda yer almıyordu. Kadına yönelik şiddet yok sayılıyordu. Ancak kadınların örgütlü mücadeleleri sonucunda 2005 yılında Türk Ceza Kanunu’nda bugün hala eksik de bulsak önemli değişiklikler yapıldı. Coğrafyamızda kadınların mücadelesi çok önemli bir sözleşmenin ortaya çıkmasına neden oldu. Diyarbakır’da kocası tarafından, annesi katledilen, kendisi de yaralanan Nahide Opuz davasında Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bir kadının hayatını koruyamadığı için mahkum edildi. Bu dava sonrasında Avrupa Konseyi, tüm üye devletlere, kadına yönelik şiddete karşı bir sözleşme düzenlenmesini istedi. İşte “İstanbul Sözleşmesi” böyle ortaya çıktı. Yani İstanbul Sözleşmesi aslında coğrafyamızda verilen kadın mücadelesinin bir sonucuydu. Maalesef ki İstanbul Sözleşmesi yeterli bir şekilde hiçbir zaman uygulanmadı. Ama kadınlar açısından her şeyden önce bu sözleşmenin duygusal bir önemi vardı. Bu sözleşmeye sahip olmak bile kadınlar için son derece önemliydi. Maalesef ki 2021 yılında tek bir erkeğin, cumhurbaşkanının imzasıyla, hiç kimseye sormadan, kadınların sesleri duyulmadan, dikkate alınmadan bu sözleşmeden imza çekildi. Ancak coğrafyamızdaki kadın kurtuluş hareketi hiçbir zaman vazgeçmedi. Hem İstanbul Sözleşmesi’ni geri almak hem de kadına yönelik şiddeti her alanda dile getirmek için mücadelesini devam ettiriyor. Bugün hem coğrafyamızda hem de dünyanın birçok yerinde çeşitli nedenlerle çatışmalı süreçler ve savaşlar yaşanıyor. Bu savaşlarda maalesef ki çok büyük insanlık suçları işleniyor ve bu insanlık suçlarının en büyük mağdurları da yine kadınlar oluyor. Rojova’da, Ukrayna’da, Filistin’de, İsrail’de ve dünyanın birçok yerinde kadınlar, hala savaş mağduru oluyorlar. Kadınlar ve kız çocukları hem savaşların en büyük mağduru oluyorlar hem de savaşlar sonucunda mülteci ve sığınmacı göçleriyle birlikte, kadın bedeninin ve emeğinin sömürülmesine de maruz kalıyorlar. Yaşamın her alanında kadınların yaşama, çalışma, barınma, örgütlenme, toplanma hakları sürekli ihlal ediliyor, temel hakları olan erişim özgürlükleri ise engelleniyor. Şiddete uğrayan kadınlarla ilgili açılan davalarda ve soruşturmalarda yargılamanın sonuna kadar erkek failler lehine bir süreç yürütüldüğüne sürekli şahit oluyoruz. Maalesef ki Türkiye’de yargıya son derece erkek egemen feodal bir bakış açısı hakim. Bizler kadınlar olarak erkek failleri aklayan ve cezasız bırakan şiddeti toplumda meşrulaştıran tutumların son bulmasını istiyoruz. 6284 sayılı yasanın özenle ve etkili bir şekilde uygulanması talebimizi tekrarlıyoruz. Yaşadığımız coğrafyada şiddetin en yoğun olarak yaşandığı mekanlardan biri de hapishaneler. Maalesef ki hapishanelerdeki kadınlar, LGBTİ+’lar ve çocuklu anneler için şiddet ikiye katlanmakta. Kadınların ve LGBTİ+’ların gerek cezaevi içinde gerekse sevk ve hastane geliş-gidişlerinde yaşadıkları şiddet ve hak ihlallerine karşı yetkili birimlerin tüm tedbirleri almaları gerekmekte. Bunu sürekli hatırlatmaya devam ediyoruz.

Kadına karşı şiddet politiktir. Devleti yönetenlerin kadınlara ya da LGBTİ+’lara yönelik ya da toplumsal olaylarla ilgili kullandıkları şiddet ve nefret dili tüm toplumu kötü yönde etkilemektedir. Kullanılan bu nefret dili maalesef önce kadınlara ve kız çocuklarına karşı şiddet olarak geri dönmektedir. Bu nedenle kadına yönelik şiddetin politik olduğu bilincinde olarak bir kez daha toplumsal barışın da öne çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz. İnsan hakları savunucusu kadınlar olarak şiddetsiz ve çatışmasız bir yaşam için insan hak ve özgürlükleri için mücadelemize kararlılıkla devam ediyoruz. Bir kez daha “kadına yönelik şiddet politiktir” diyor ve bu şiddete karşı mücadelemizi dün olduğu gibi bugünde kararlılıkla sürdüreceğimizi bildiriyoruz.

                                                                                         Cinsel Şiddete Karşı Hukuki Yardım Derneği