Cinsel Şiddet Nedir?

Cinsel şiddet, kişinin kendi rızası dışında, sözel ya da fiziksel olarak istemediği bir harekete maruz kalmasıdır.

Cinsel şiddet sözle olabileceği gibi dokunuştan cinsel saldırıya kadar farklı biçimlerde olabilir.

Kısaca kişinin, psikolojik veya fiziksel yönden maruz kaldığı istemediği tüm eylemler cinsel şiddeti teşkil eder.

Devlet Kaynaklı Cinsel Şiddet Nedir?

Cinsel şiddet ya da işkencenin resmi güçler tarafından uygulanması, devlet kaynaklı cinsel şiddeti oluşturur. Bir polisin, bir askerin, bir korucunun, bir öğretmenin ya da resmi görevli olan herhangi birinin, bir insana görevini kullanarak cinsel yönden sözle ya da fiziksel olarak etkili bir eylemde bulunması, devlet kaynaklı cinsel şiddeti oluşturur.

Cinsel Şiddete Maruz Kalınırsa Yapılması Gerekenler

Eğer bir kadın ya da trans kadın gözaltında, ev baskınlarında, köy baskınlarında, sokak eylemlerinde ya da yaşamın herhangi bir alanında resmi güçler tarafından cinsel şiddete, cinsel işkenceye maruz kalırsa öncellikle yapılması gereken

mümkünse

hemen hiç yıkanmadan bir hekime ya da bir hastaneye gitmeli,

şiddeti belgeleyen rapor almalı ve ardından da suç duyurusunda bulunmalı,

avukata ya da bir insan hakları kurumuna danışmak olmalıdır.

Cinsel işkence, işkencenin en zor açıklanan şekli. Kadınlar çok çeşitli nedenlerle cinsel işkenceyi hemen açıklayamıyorlar. Öte yandan cinsel işkencenin fiziksel olarak tespitinde süre son derece önemlidir.  Bu  nedenle bu konuda bir farkındalık geliştirmek ve hak arama bilincinin gelişmesini sağlamak son derece önemli.

Kadına Yönelik Şiddet ve Mevzuat

Türk hukuk sisteminde kadına yönelik şiddet çok uzun bir süre hiç tanımlanmadı. 2005 yılına kadar Türk Ceza Kanunu’nda kadına yönelik şiddeti bir anlamda düzenleyen bölümün başlığı “genel  ahlak ve aileye karşı cürümler” idi. Yani 2005 yılına kadar yasalarda kadına yönelik şiddettin bir yeri yoktu. Türk Ceza Kanunu’nda kadın yoktu.

Örneğin 2005 yılında yapılan değişikliklere kadar tecavüz suçunun tanımı son derece yetersizdi. Daha doğrusu yasada bir tanım yoktu. Yargıtay kararlarıyla bu tanım düzenleniyordu. Erkek cinsel organının kadın cinsel organına duhulü tecavüz suçunun temeli olarak yazılıyordu. Ancak kadınlar çok çeşitli cisimlerle de cinsel saldırıya maruz kalabiliyorlar, tecavüz suçuna maruz kalabiliyorlar; Türk Ceza Kanunu’nda bu eylemlerin bir karşılığı yoktu.

Örneğin 2005 yılına kadar Türk Ceza Kanunu’nda cinsel taciz diye bir suç tanımlaması da yoktu.

Eskiden yasada “sarkıntılık” olarak tanımlanan bir suç vardı. Ama bu da cinsel tacizi tam anlamıyla

kapsamıyordu. 2005 yılından önceki değişikliklere kadar örneğin bekâret kontrolü bir işkence

yöntemi olarak uygulanabiliyordu. Evli ya da boşanmış olan kadınlara dahi bekaret kontrolü uygulanmış olan dosyalar bulunuyor.

2005 yılında Türk Ceza Kanunu’nda çok yeterli olmasa da önemli değişiklikler oldu ve cinsel saldırı fiili çok açık bir şekilde düzenlendi. Cinsel taciz fiili düzenlendi. Çocuk istismarı yasa kapsamına girdi. Ancak Türkiye’de bir hukuk devleti sorunu olduğu için yazılı hukukla uygulama arasında her zaman büyük sorunlar yaşandı ve yaşanıyor.

Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi anayasanın 90. maddesiyle uluslararası sözleşmeleri kendi hukukunun üstünde kabul etmiş bir devlet. Ancak bu uygulamada maalesef gerçekleşmiyor

Türkiye Cumhuriyeti devleti, birçok uluslararası sözleşmeye kadına yönelik şiddeti de düzenleyen, yaptırımlar getiren sözleşmelere imza atmış olsa da bu sözleşmeleri hiçbir şekilde pratikte uygulamıyor.

Her şeyden önemlisi Türkiye’de yaşayan kadınların daha doğrusu kadın kurtuluş mücadelesinin çok önemli bir kazanımı olan İstanbul Sözleşmesi de hepimizin bildiği gibi Cumhurbaşkanı’nın tek başına attığı bir imzayla feshedildi.

İstanbul Sözleşmesi’nin bu coğrafyada verilen bir mücadeleden fikir alınarak çıkmış olması son derece önemliydi. Diyarbakır’da annesi eşi tarafından katledilen kendisi de yaralanan Nahide Opuz davasında Türkiye Cumhuriyeti devleti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkum oldu. Bu mahkumiyetin gerekçesinde Nahide Opuz’un Türkiye Cumhuriyeti tarafından aile içi şiddete karşı

korunmamış olması vardı. Avrupa Konseyi Nahide Opuz kararının ardından bütün üye devletlere bir çağrı yaptı ve kadını özellikle aile içi şiddete ve yaşamın tüm alanlarındaki şiddete karşı koruyacak bir sözleşme hazırlanmasını istedi.

Bu çağrıya uyan devletler İstanbul Sözleşmesi için bir araya geldiler. Bu sürece kadın hukukçularımızın büyük katkısı oldu. Sözleşme İstanbul’da imzalanarak yürürlüğe girdi.

İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli yanı ve hatta yönetenleri en çok rahatsız eden yanı şuydu; bu sözleşme şöyle bir yaptırım getiriyordu bütün devletlere. Diyordu ki hiçbir örf hiçbir adet ve hiçbir namus anlayışı kadına yönelik şiddetin gerekçesi olamaz.

Oysa bizim coğrafyamızda maalesef ki kadına yönelik şiddetin temelinde erkek egemen, feodal ve militer bir namus anlayışı yatıyor. Bu nedenle bu sözleşme bütünü olarak yönetenleri rahatsız etti ve tek imzayla ortadan kaldırıldı.

Ancak kadın mücadelesinin İstanbul Sözleşmesi’ni sahiplenmesi ve bu sözleşmeyi geri

getirmek amacıyla başlattıkları mücadele devam ediyor. Tüm kadın örgütleri Danıştay’dan olumlu bir karar bekliyor. Eğer Danıştay Cumhurbaşkanı’nın gerçekleştirdiği işlemin iptaline karar verirse yeniden Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi kadınlara önemli bir katkı sağlayacak.