Hakkımızda

BİZ KİMİZ?

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu, 1997 yılında faaliyete başladı. Proje kurucusu Av. Eren Keskin uzun yıllardır işkence davalarına giriyordu. Özellikle 90’lı yıllarda çok çeşitli işkence yöntemleri kullanılıyordu. Elektrik, askı, kaba dayak, aç ve susuz bırakma, tırnak çekme gibi ağır işkence yöntemleri resmi güçler tarafından uygulanmaktaydı.

Bir işkence yöntemi var ki, sözü edilmese de çok yoğun uygulandığı biliniyordu, cinsel işkence!

Cinsel taciz ve tecavüz kadınlara karşı uygulanan bir işkence yöntemiydi. 90’lı yıllarda siyasi nedenlerle gerçekleşen gözaltı işlemlerinde, herkes istisnasız çıplak olarak sorgulanıyordu. Ancak, çeşitli nedenlerle bu işkence yöntemi konuşulmuyordu.

Av. Eren Keskin, 1995 yılında yazdığı bir yazıda “ bölücülük”   yaptığı iddiasıyla iki buçuk yıl ceza aldı ve Bayrampaşa Cezaevi’ne girdi. Orada, dışarıda avukatlığını yaptığı kadın mahpuslar ile birlikte kaldı. İşte orada kadınlar yavaş yavaş yaşadıkları cinsel işkenceyi anlatmaya başladılar. Bu çok etkili, bazen yaşam boyu kalıcı izler bırakan işkence yöntemi, ne yazık ki dile getirilmiyor ve cezasız kalıyordu.

 Av. Keskin, cezaevinden çıktıktan sonra Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan hak ihlallerini araştırmak üzere gelen Alman –feminist avukat Jutta Hermans ile karar vererek Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Ofisi’ni kurdular.  Ofis çalışmaya başladığında, hukuk sistemi “ kadına yönelik şiddete” yok gibi yaklaşılıyordu.

Örneğin, ceza konusunda kadına yönelik şiddeti düzenleyen bölüm başlığı bile “ genel ahlak ve aileye karşı cürümler” idi. “Cinsel taciz” diye bir suç tanımı yoktu, tecavüz suçunun tanımı çok yetersizdi. En önemlisi Türk Ceza Kanunu’nda bir cinayetin “ namus nedeniyle işlenmiş” olması indirim sebebiydi.

Kadınlar, yaşadıkları cinsel işkenceyi açıklamakta zorlanıyorlardı. Utanıyorlar, korkuyorlar, yalnızlık ve kirlenmişlik hissediyorlardı. Yerleşik, feodal, militer ve erkek egemen sistem kadınların yaşadıkları mağduriyeti dile getirmelerini engelliyordu. Böyle bir ortamda ofisin kendisini tanıtması için cezaevi ziyaretleri, basın açıklamaları, kamuoyu çalışmaları yapıldı.

Önce Kürt kadınlar, sonra sosyalist kadınlar, trans kadınlar ve adli nedenlerle gözaltına alınan kadınlar ofisimize başvurmaya başladı. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Ofisi çalışmaya başladıktan bir süre sonra cinsel işkenceye karşı “hak arama bilinci” yaygınlaşmaya başladı.

Kadın hareketi bu konuyu gündemine aldı. Kadın hukukçu ve hekimler ortak çalışmalar yaparak özellikle cinsel işkencenin belgelenmesinde “ tek delil” olarak kabul edilen, resmi bilirkişi kurumu olan Adli Tıp raporlarını tartışmaya açtılar. Özellikle, “bağımsız hekim raporları”nın işkencenin belgelenmesinde, önemli bir delil olduğu konusunda çalışmalar yapıldı.  Bu konuda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Şükran Aydın/ Türkiye davasında bağımsız hekim raporlarının bağlayıcı konusunda önemli bir karar verildi.

 2005 yılında Türkiye Ceza Kanunu’nda önemli değişiklikler yapıldı. O dönem Avrupa Birliği’nin “olumlu esintileri” ve “kadın hareketinin” etkisi ile bu değişikler gerçekleşti.

Cinsel saldırı bir bölüm başlığı yapıldı. Tecavüz suçunun tanımı genişletildi. Cinsel taciz suç olarak tanımlandı, “ namus” gerekçesiyle işlenen cinayetlerde “ indirim” uygulaması kaldırıldı.

Ancak uygulamada, yargılamada egemen olan erkek egemen anlayış pek değişmedi.

Cinsel işkence, ispatı yönünde hala büyük sıkıntılar yaşanmakta. Yasal bir zorunluluk olmamasına rağmen yargı makamları cinsel işkencenin belgelenmesinde adli tıp raporlarının “ delil” olarak kabul ediyorlar. Bağımsız hekim ve kurumların raporları “yeterli delil” olarak kabul edilmiyor.

Cinsel işkence, ispatı zor bir işkence yöntemi. Kadın, “ bakire” ise ilk 7-10 gün içinde fiziksel raporun alınması gerekiyor. Çünkü cinsel saldırı sonrasında Hymen’de oluşan yırtık bu süre sonrasında yırtık eski yırtık olarak kayıtlara geçiyor.

Cinsel saldırı sonrasında vücutta kalan DNA tespitine yarar, bulgularda çok önemlidir.  Bu nedenle saldırıya uğrayan kadının hiç yıkanmadan 48 saat içinde hekime, hastaneye başvurması gerekiyor. Ancak bu süreler geçse bile cinsel işkencenin “ PSİKOLOJİK RAPOR” ile saptanması da mümkün. Kadınlar genelde yargıya güvenmedikleri için başvuruda bulunmaktan çekiniyorlar.

Ancak sevinerek görüyoruz ki bu konuda geçen zaman içinde “hak arama bilincinde” oldukça gelişti. Bu durum umut verici. Kadına yönelik şiddet konusunda çok önemli bir gelişme de 2011 yılında Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin, T.C devleti tarafından imzalanmış olması. Bu sözleşme, bugüne dek kadına yönelik şiddet konusunda hazırlanmış en iyi belge.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasa’nın 90. Maddesi ile uluslararası sözleşmeleri, kendi iç hukukunun üzerinde kabul etmiş. Pratikte yargı böyle davranmasa da sözleşmenin uygulanmasını sürekli talep etmek gerekiyor. Çünkü kadınlar açısından kazanılmış haklar söz konusu.

İstanbul Sözleşmesi, imzacı devletlere önemli görevler yükleyen ve hiçbir “örf, adet, inanç ve sözde namus” anlayışının şiddetin gerekçesi olmayacağını kayıt altına alıyor. İstanbul Sözleşmesi geçtiğimiz yıl tartışma konusu yapılmaya çalışılsa da kadın hareketlerinin ortak tepkisi ile resmi güçler geri adım atmak zorunda kaldılar. Ancak bu geri adım fazla sürmedi, iktidar ortağı MHP ve bazı tarikatların yönlendirmesiyle Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ndeki imzasını geri çekti. Bu tamamen devlete hakim olan erkek egemen, feodal ve militer yaklaşımın sonucuydu.

Biz Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Ofisi ve daha sonraki yıllarda kurduğumuz Cinsel Şiddete Karşı Hukuki Yardım Derneği olarak kadına yönelik şiddet politiktir şiarıyla çalışmaya devam ediyoruz.

NE YAPIYORUZ?

Cinsel şiddete maruz kalmış kadın- trans kadınlar bize başvurduklarında ayrıntılı ve onayları alınmış, ifadelerini tespit ediyoruz. Ardından kurulan vekalet ilişkisi ile savcılığa suç duyurusunda bulunuyoruz. Bu arada başvurucu eğer fiziksel ya da psikolojik destek ihtiyacı duyuyorsa, hekime yönlendirerek bu süreci takip ediyoruz.

Savcı dava açarsa davayı sonuna dek iç hukukta takip ediyor ve iç hukuk yolları tükenince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyoruz. Eğer savcı, “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verirse iç hukukta tüm itirazları yaptıktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiyoruz. Tüm yardımlar ücretsiz yapılmakta olup tıbbi desteğin kaynaklarını da oluşturuyoruz.

Destekçiler