ŞİDDETE KARŞI MÜCADELEMİZ DEVAM EDECEK
Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Ofisi olarak kuruluş tarihimiz olan 1997 yılından bu yana gözaltında, ev baskınlarında, köy baskınlarında, sokakta, okulda, işyerinde cinsel işkenceye maruz kalan kadınlara ve trans kadınlara ücretsiz hukuki yardım vermekteyiz. Çalışmamızın üzerinden 28 yıl geçmiş olmasına rağmen pratikte çok fazla şeyin değişmediğini görmek gerçekten üzücü.
Yazılı hukukta 28 yıl öncesine göre tabii ki bazı değişiklikler oldu. Örneğin bizim çalışmaya başladığımız 1997 yılında Türk Ceza Kanunu’nda kadına yönelik şiddeti düzenleyen bir bölüm başlığı dahi yoktu. Tecavüz suçunun tanımı çok yetersizdi, cinsel taciz diye bir suç tanımı yoktu. Ancak kadınların mücadelesiyle bu alanda yazılı hukukta önemli gelişmeler oldu. Türk Ceza Kanunu’na kadına yönelik cinsel saldırı bir bölüm başlığı olarak girdi. Tecavüz suçunun tanımı genişledi, cinsel taciz suçu tanımlandı. Bekâret kontrolü belirli kurallara bağlandı. Ancak hala pratikte çok önemli sorunlar yaşamaktayız. İşkencenin belgelenmesinde yaşanan sorunlar, hala varlığını devam ettirmekte. Türkiye Cumhuriyeti devleti yargısı işkencenin belgelenmesinde sadece resmi bilirkişi olan Adli Tıp Kurumu’nun raporlarını delil olarak kabul etmekte. Oysa Adli Tıp bir Resmi Bilirkişi Kurumu tamamen siyasal iradeye bağımlı. Türkiye Cumhuriyeti devleti 1993 yılında Mardin’de gözaltında cinsel saldırıya uğrayan Şükran Aydın davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkûm oldu. Mahkûmiyet gerekçelerinden biri, cinsel işkencenin bağımsız bir hekim raporuyla belgelenmemiş olmasıydı. Yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi işkencenin belgelenmesinde bağımsız hekim ve hastane raporlarının önemine vurgu yaptı. Ancak Türkiye Cumhuriyeti yargısı maalesef ki yasal bir zorunluluk olmamasına rağmen gerek işkence gerek şüpheli ölüm gerek hasta mahpusların hastalıklarının belgelenmesi gibi konularda Adli Tıp Kurumu’nun raporlarını tek geçerli delil olarak kabul etmekte. Bu konudaki büyük sorun hala varlığını devam ettirmekte. Yaşadığımız coğrafyada kadınlar açısından ve özellikle kadına yönelik şiddet anlamında en büyük kazanımımız 2011 yılında imzalanan Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi olmuştur. Bizim coğrafyamızda verilen mücadelenin ürünü olan (Nahide Opuz davası) bu sözleşme kadına yönelik şiddet alanında yazılmış en önemli sözleşmeydi. Bu sözleşmenin bize göre en önemli maddesi “hiçbir örf, adet ve ahlak anlayışı, kadına yönelik şiddetin gerekçesi yapılamaz” Bu belirleme son dereceönemliydi. Çünkü coğrafyamızda kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin en büyük nedeni topluma dayatılan erkek egemen feodal ve militer ahlak anlayışıydı. Peki, bu sözleşme yeterince uygulandı mı? Hayır. Ancak Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin varlığı dahi özellikle biz hukukçu kadınlar açısından büyük bir duygusal güç yaratıyordu. Mahkemelerden talepte bulunurken kendimizi çok daha güçlü hissediyorduk. Maalesef ki 2021 yılında tek bir erkeğin imzasıyla bu sözleşmeden imza geri çekildi. Bizler bu sözleşmenin Türkiye açısından bağlayıcı olduğunu hala kabul etmekteyiz. Ancak maalesef ki siyasal irade bunun böyle olmadığını savunmakta.
Kadına yönelik şiddet politiktir. Bu son derece nettir. Devlet dili ne zaman sertleşirse, ne zaman daha çok nefret üretir, ne zaman daha çok ayrıştırıcı olursa bunun ilk kurbanı kadınlar ve kız çocukları olmakta. Bu nedenle kadına yönelik şiddetin devletin dilindeki ve fiiliyatındaki şiddetle çok yakın bağlantısı var. Şiddet adeta ilmek ilmek siyasal irade tarafından örülmekte. Yayınlanan diziler, futbol maçları, müzik programları, televizyonlardaki aile programları denilen kadın programları her şey ama her şey erkek egemen şiddeti yeniden yeniden üretmekte. Bu nedenle kadına yönelik şiddet politiktir. Kadınlar hala ev baskınlarında, köy baskınlarında, basın açıklamalarında, gözaltında, cezaevlerinde cinsel işkenceye maruz kalıyorlar. Sözlü ya da fiziksel olarak cinsel taciz çok kullanılan bir işkence yöntemi. Cinsel saldırı eskiye oranla sayısal olarak azalma gösterse de hala uygulanmakta olduğunu zaman içinde görebiliyoruz.
Cezaevleri ve geri gönderme merkezleri özellikle de yabancı kadınların tutulduğu geri gönderme merkezleri şiddete son derece açık alanlar. Buradan çok sayıda başvuru almamıza rağmen kadınlar hukuki takibe başvurmaktan maalesef ki çekiniyorlar. Trans kadınlar da devlet şiddetinin en büyük mağdurlarından olmaya devam ediyorlar. Trans kadınlara yönelik sokakta yürürken dahi kabahatler kanununa yönelik olarak kesilen cezalar hala varlığını devam ettirmekte. Trans kadınlar sadece gözaltında değil yaşamın tüm alanlarında ve toplumun tüm kesimleri tarafından şiddete son derece açık ortamlarda yaşıyorlar.
Her 25 Kasım’da olduğu gibi sayısal verilerimizi içeren bir rapor yayınlamaktayız. Bu yıl da yayınladığımız rapor aslında içinde bulunduğumuz şiddet durumunun ne kadar vahim olduğunun en açık göstergesi. Ancak şunu da biliyoruz, coğrafyamızdaki en biatsız mücadele kadın kurtuluş mücadelesi. Bu nedenle de kadın hukukçular olarak bizlerin kadına yönelik şiddete karşı verdiğimiz mücadele sonuna kadar devam edecek.
Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu
2025 Başvurucu İstatistiği
98 Başvurucu
90 Kadın
7 Trans kadın
1 Çocuk
46 Kürt
42 Türk
3 Ermeni
2 Roman
3 Arap
1 Arnavut
1 Ukrayna
52 Darp
74 Çıplak Arama
82 Cinsel Taciz
56 Psikolojik İşkence
61 Tıbbi İşkence
67 Temel İhtiyaçtan Mahrum Bırakma
33 Ters Kelepçe (Bileklerde Ekimoz Oluşumu)
14 Cinsiyet Kimliğini Aşağılayıcı Söylem
1 Cinsiyet Kimliğini Hedef Alan Tehdit
6 Fiziksel İşkence